13-03-2012
Alibey DULKADİR Kimdir ?
Alibey Dulkadir, 25.03.1925 tarihinde Kırşehir merkez ilçeye bağlı Dulkadirliinlimurat Köyünde doğdu.Babası Acaipağalardan Ahmet,annesi aynı aileden Molla Mustafa’nın kızı Güldane’dir.Ali değil,Alibey olan adını büyük dedesinden ve Dulkadiroğulları’nın son hükümdarı Alibey’den almıştır.Evli ve yedi çocuk babasıdır.
İlkokulu köyünde bulunan ve bu dönemlerde üç yıl olan okulda okudu.Bunun ezikliğini daha sonra kaleme aldığı ve genç yaşta kaybettiği babasına hitaben yazdığı şiirinde şöyle dile getirmiştir: “Rehber yoktur Ahmet oğlu Ali’ye/ Bilgi diye gittim ta Ankara’ya/ Dediler tahsilsiz ağaç kuruya/ Ne yazık,bir tahsil görmedim baba.” İlk şiir yazmaya babasının vefatı ve bu arada babasından yadigâr atının çalınması üzerine yazmıştır.
Dulkadir,”Şair”i “Şairin şiiri,özü demektir /O derin bakışı sözü demektir /Adının geçmesi izi demektir /Bu hal bulunmazsa şair olunmaz.” Bu şiiriyle tarif etmektedir.
Alibey üç kız ve üç erkek kardeş olup,kardeşlerinin en büyüğüdür.Babasını henüz on dört yaşındayken kaybetmekle yetim kaldı.Annesinin ve bir yerde beş kardeşinin sorumluğunu üstlendi.Çok sıkıntı çekti.Bu aralar şiir yazmaya başladı.O dönemin Kırşehir Valisi Bekir Baran’la tanıştı.Vali,şiir yazması için kırtasiye yardımı ve bir teneke gaz ve bir saz verilmesine talimat verdi.Artık,geceleri de yazıyordu.
Şairliği irsidir.Artık askerlik çağına gelmişti.Sazını daha tam çalamadan,bir teneke gazı annesine aydınlanmak üzere,sazını da emanet olarak bırakarak Mardin’e üç yıl askerlik yapmak üzere vatan hizmetine koştu.Giderken sazına, “Aldım ama,buramadım telini/ Üç ay bile dinlemedim dilini / Bilmedim mekanım Mardin ilini/ Ağladım,sızladım gülmedim sazım.” Demiştir.
Askerde iken devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazdığı şiirler ve aldığı armağanlar bulunmaktadır.
Askerlik dönüşü Ankara’da bir sigorta şirketinde çalışmaya başlamışsa da,memlekette kalan kardeşleri ve annesinin çaresizliğinden köyüne döndü.O yıllarda çiftçiliği öküz koşarak bir süre yapmışsa da,tarımın artık makinayla yapılmaya başladığını görerek 1951 yılında havalide ilk defa traktör satın alarak çiftçiliğe bu şekilde devam etmeye başladı.Halen ilerlemiş yaşına rağmen bir traktörle çiftçiliği sürdürmekte,elinden kitabı,kalemi ve gazeteyi düşürmemektedir.1977-1978 yıllarında aktif politikayla da ilgilenmiş ve bir siyasi partinin il başkanlığını yapmıştır.Bir çok şiiri mahalli ve milli basın organlarında yayımlanmıştır.
1950 Kore Savaşında Türk Askerlerinin Kunuri Muharebelerinde gösterdiği olağanüstü başarılar karşısında şehitlerimiz için yazdığı “Aziz Şehitlerimiz” adlı şiiri
(Ali Dulkadir’in artıyor hıncı / Kükremiş bu millet kocası ,genci / Kuvvetli maneviyatın sağlam inancı / Kore dağlarının şanı şehitler.”) Türkiye Radyolarında kendi sesinden okunmuş,o yıllarda köyünde sadece okulda bulunan radyodan köy halkı da dinlemiştir.
1945 yılında yazdığı “Gördün mü dağların enginin,düzün/ Hepsi sana misal gör insanoğlu / Bilgi derleyin ki,açılsın gözün / İlim meclisine gir insanoğlu.”Bir başka şiirinde “ Merdiven yaptırır Tanrı binlerce / Bir kısmı engindir,bir kısmı yüce / Kısmı servet olur,kısmı bilgice .” Derken,hem tevazu,çalışma ve hem de ilme işaret etmektedir.
1946 yılında kaleme aldığı bir şiirinde ,(Malın yok dünyada,bir tok bezin var/ Cismin meçhûl kalır,yalnız sözün var/ Söyleme arkamda,oğlu-kızım var / Ölüm var,onlardan vefa bulunmaz..) Bir başka şiirinde Dünyayı şöyle görmektedir. “Hasta olan,sıhhat arar,can atar / Geçilmez bu fani dünya,hoş gelir / Doktor şifa sunar,dert fazla artar / Ecel yaklaşınca şifa boş gelir.” Derken Everekli(Develi) Seyrani’nin “Hesap ettim,dünya malın topladım / Neticesi bir top beze dayandı.” Söyleşiyle ne kadar örtüşmektedir.Yine bu konuda yazdığı bir dörtlükte; “Buradan derssiz geçen insan / Kabri görüp kaçan insan / Evin bura,köyün bura/ Fatihasız geçen insan” derken,o kadar yalın ve yapmacık olmayan bir dil ki Yunus gibi görünmektedir.
Şair, her konuda kalem oynatmakta,gündemi takip etmekte ve “Vatan” şiirinde günümüzde güncelliğini koruyan doğulu/batılı tezi ve mazimizdeki haşmeti örnek gösterilmektedir:
(Yavuzlar var olmuştur,bu vatan toprağından / Fatih Garplı olamaz,utanır unvanından /Cihangir Atillalar,gözüküyor yakından / Kanuni Süleymanlar yetiştirmiş bu vatan-Yıl :1949)
Şair,1948 ve 1949 yıllarında kaleme aldığı iki şiirinde yokluğu,yoksulluğu ve yokluk yıllarını tasvir etmektedir.(“ Darının şiniği on beşe çıktı / Uyandı bu millet canından bıktı /Yozgat’a,Köhne’ye bir grup çıktı / Yol bilinmez dağı,gezdik bir zaman.” Bir başka dörtlükte ; “Kurusun diyerek yorganı gerdim /Şapkayı çıkarıp,ceketi serdim/ Cüzdanı yalvardım,muhayyer verdim /Yağmur çok şiddetli seller gidiyor.”Demektedir.
Şair yine bu yıllarda yazdığı aşk şiirlerinde “Er sabahtan vardım bostan yerine / Çiçek açmış ama,güller buruşmuş / Diken batmış nazlı yarin eline / Gözler cazibeli,dudak buruşmuş.”
“Elinde örgüsü çifte mili var/ Bana meftun olan tatlı dili var / Koynunda saklamış bir çift gülü var / O güllere saksı olmaya geldim.”
“Güzel keklik gibi eller kınalı / Tavus kuşu gibi göğsü sırmalı / Gerdan kardan beyaz ,saçlar sırımalı / Böyle bir yavrunun dertlisi gönül “
“Evvel Dulkadirli namı tüterdi / Bir düğüne beş yüz atlı yeterdi / Gelin evli gezer,kızlar bekardı / Kızlar gelin olmuş,bekâr kalmamış /Demekte,olayların tasviri Karacaoğlan’ın “Yeşil Ördek”şiiri,Seyrani’nin çevreyi tasvirine o kadar yakın ki,altına imzasını koymasak güzel Türkçemizin akıcılığını o şiirlerden seçemeyiz.Bir başka şiirinde “İlkbahar ve aşkı “ âdeta özdeşleştirmektedir; “Dağlar tabiatı süsler yeniden / İlkbahar mevsimi geldiği gibi / Güneş eda ile çıkar ufuktan / Zulme bir hürriyet verdiği gibi”
“Aşık olan yine coşar bu ayda / Ah ile feryadı vermez bir fayda / Bir ekin misali,don alır sayda/ Dağ altında cevher kaldığı gibi.”
Dulkadir,1960 yılında kaleme aldığı şiirinde “Cehaleti” tarif etmektedir; “Vurun ensesinden,sürün öldürün/ Milletçe kovalım,şu cehaleti. / Ya Rab,sen İlhami sıfatla görün / Kalbim dolsun,cehaletin laneti.”
“Ne kadar geriyiz,ilim-fen geri.. / Bilgisiz,sanatsız kitle bir sürü./ Olamadık Garbın biz dörtte biri / Ey Türk! Tereddütsüz sür cehaleti.” Bir yıl sonra bir şiirinde de “ Yurda konduk,yurt ıssız ,emanetçi fert gibi / Kara yüzlü cehalet,bizi yedi dert gibi / Yüz tuttuk kurumaya,çok eskimiş kök gibi / Dünya aya giderken,yaya kaldık nedense?”
Şair,evlatlarına da birebir öğüt vermektedir; “Çalış ki olasın ilminle zengin / Ona kıymet yetmez,hırsız çalamaz / Hasletle yüksek ol,gönülde engin / Deniz suyu girdap ,çoban dalamaz.”
“Bilgiyle çıkılır,güneşe,aya.. / Sonumuz kölelik,kalırsak yaya / İnsan ihraç eder,yurt Avrupa’ya / Dağlar maden dolu,derler yaramaz.”
Görüldüğü gibi şairin 50 yıl önceki tespitleri ,acaba günümüzde de hüküm mü sürmektedir? Daha sonra da Aşık Mahsuni Şerif’in “Eller dolu dizgin dolaşır ayda / Mahsuni,dünyaya boş gelir gider “ feryadı,şairi destekler mahiyettedir.
Aynı yoksulluk ve cehalet içerisinde ülkemizin Avrupa’ya (Özellikle Almanya) işçi ihraç etmemizi,şair 1963 yılında şöyle tarif etmektedir; “”Fedaral Almanya,çalışkan millet / Öz vatandan çıkıp gitmek isterim / İşsizlik,tembellik tabii illet / İllete bir çare bulmak isterim.” Kendisinin işçi olarak yurt dışına gitmek için başvurduğunda duyguları henüz toplumu kapsayan bir genelleme iken ,1971 yılında tek erkek kardeşi Sadık Mehmet’i Almanya’ya işçi olarak gönderirken ; “Haydi git kardeşim,sende vatansın / Seni işçi veren Devlet utansın / Sadık’ım canımın içinde cansın / Nasıl teselli edeceğim ben beni “Demekte , talep gerçeğe dönüşmüş ve iş ve aş için memleketi terk eden tek kardeşine duyduğu sevgi ve hasret içini yakmakta,Karacaoğlan’ın “”İndim seyran ettim,Frengistan’ı / Dilleri var,bizim dile benzemez.” Koşması belki hatırasında canlanmaktadır.
Yine bu dönemde şair,gençliği de uyarmakta ve yol göstermektedir; “Ey gençlik! Ata diyor; Hakiki mürşit ilim / Az gelişmiş bir ülke,denmek benim hicabım / Yeter artık bu gaflet,çözmelisin müşkülün, /Bilgi dolu kafanda,elindedir Kitabın!”
“Yerleri yarmak gerek,madenler akıtmaya/ Gökleri fethetmeli,medeniyet katmaya / Yeter paydos edelim,geceleri yatmaya / Çalışana yükseliş,vaat ediyor Kitabın.” Bu şiirinde Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli”ni tarif ederek,bulmaya çalışmaktadır.
Şair,1957 yılında Sivas’ta asker olan kardeşini ziyaret ettiğinde duygularını öyle şiire dökmüştür ki, tarihi ve geleceği tasvir ve tasavvur etmekte,başka söze yer bırakmamaktadır; “Mustafa Kemal’e yol veren şehir / Toprağı hürriyet tadını verir / İşte bahar geldi,o kârı erir / Yayla çiçeğini gösterir Sivas.”
Dulkadir bazen,hem kendini ve hem de toplumu, genel kabul görmüş doğrulara sevketmektedir.” Dinle sözlerimi edeyim beyan / Cahillerle düşüp,kalkıcı olma / Dünyanın durumu,gidişi ayan / Gönül incidici,kırıcı olma.”
Fazileti ve ahlâkı tanımlarken,Ziya Paşa’nın Terk-i bendinin konuşulan Türkçesidir sanki “ Her kalpte yaşamaz fazilet aşkı / Onun da ağacı,suyu gerektir / Elbet gönül ister,sarayı-köşkü / Ahlak başta gelir,soyu gerektir.”
1963 yılında,en büyük evladı 10 yaşındayken,onların anlayacağı şekilde öğüt vermekte misyonunu belirlemektedir. “Namuslu ol,düşman alsın örneği / İnancın uğruna iste ölmeyi, / Sakın âdet etme gönül kırmayı / Hakkın rızasından ayrılma oğlum.”
“Asalet ehline sen hürmet göster / Bil ki tekme atmaz,cins olan ester / Dinim de,ilim de hep böyle ister / Köksüz ağaçlarda dal olmaz,oğlum.”
Şairde vatan,bayrak ve Atatürk sevgisi her zaman doruklardadır,” “Yüksekte parlayan ay’ı,yıldızı / Bayrak rengi gibi kanım kırmızı / Kalbimde yaşıyor Ata’nın sözü / Çünkü Türk’üm bana ne mutlu diyor.”1948 yılında Mardin’de asker iken Halep şehrini gördüğünde,duyguları 400 yıl Türk’ün egemenliğinde kalan yerlerin hasreti içindedir ;
“Bizim idi buraların tapusu / Şam’ı ister Türk olanın hepisi / İngiliz bayrağı getirir sisi / Albayrak altına gir Halep şehri !” Demekte,Atatürk’ün ölümüne de “ Nur olsun Ata yerin,imanın ışık verir / Büyükler ve küçükler bütün izinde yürür / Size layık olanlar hakikatı haykırır / Hakiki Türk olanın önünde dev duramaz.”Cumhuriyet için : “Temelden sarsılmıştık,ordular silah yere / Albayrak defnolurken diri diri makbere / Ya ölüm ya hürriyet deyip daldık dört yana / Kanımızla kazandık Cumhuriyeti bugün”
Daha 24 yaşında iken milletin derdiyle dertlenmekte ve Namık Kemal gibi “Vatanı” kurtaracak bir “Hızır” beklemektedir. “Hakikattan hakikata hazırım / Sıkıldık bekleriz,yolun Hızır’ın / İmanım padişah,ben bir vezirim / Derdin söylüyorum,bir bir milletin.”
“Anadolu Rüzgarı” olarak tanınan hatip,şair,sözü ‘odun gibi ama hakikat ‘ olan ve devlet adamı Osman Bölükbaşı’nın politikadan ayrılması üzerine ; “Hüzünlü bakışın kederle dolu / Dağlar kocar iken sen de yoruldun / Lider yetiştiren Kırşehir ili / Evladın yıprandı,sen de yoruldun.”şiirini kaleme almıştır.
Şair,1952 yılında kaleme aldığı şiirinde kutsal Kitabımızı Mehmet Akif gibi yorumlamakta,adeta ‘mezarlıklarda okunmak için’ inmediğini belirtmektedir. “En büyük sanayi,en büyük hüner /Yerde hayat,gökte şems ile kamer / Bu Kitaba uyan ordu muzaffer / Sanma yalnız Ahret vardır içinde!” Mevlana ve Yunus Emre için , “Selamım söyleyin Yunus Emre’ye / Gitsek yoldaş bulunur mu Konya’ya / Yüz çevirdim,şu vefasız dünyaya / Gidelim dertlere,tabibe doğru” Çağrısını yapmaktadır.
Şair,1968 yılında “Huzuru” ve “İnsanı” şöyle tanımlamaktadır; “Huzur denen o nesne kâşenede bulunmaz, / Bir ağaç kovuğunu süsler saraylar gibi. / İnsan denen bir varlık,içi nasıl bilinmez, / Bazı bir Mesih olur,bazı Süleyman gibi.”Derken 1969 yılındaki bir şiirinde ; “Kanaat ehlinde manevi varlık /Gözle görülmeyen gönülde huzur / Hasis zengin olsa gitmez ki darlık / Her gönülde bağdaş kurmaz ki huzur.”
Şairdeki her türlü canlı sevgisi ancak bu şekilde olur ! Evde beslenen kafesteki bülbülün ölmesi üzerine duyguları baskındır; “İçim figan eder,dil oldu hasta / Sandım bülbül öter böyle kafeste / Umardım şafakla çağırır dosta / Meğer içmiş bülbül ecel şerbeti.”
1973 yılında çağımızın Karacaoğlan’ı,Pir Sultan’ı Aşık Veysel’in ölümü üzerine ; “O toprağa dosttu ,onu isterdi / Tanrım Ona ne hikmetler gösterdi / İlham verdi,sazı söze aktardı / Yedide ağlayan,gülmez dediler.”
Kıbrıs Barış Harekatı’nda asker olan oğlunun mektubunda “Babacığım,bir görsen harikalar yaratıyoruz.” Sözü karşısında , “Şahlan ki,dedeyin kanı var sende / Durur mu er olan can varken tende / Tünetme baykuşu,cennet vatanda / Türk’e baş eğmeli,Yunan Ahmet’im.” Diyerek tarihe de gönderme yaparak kükremektedir.
Bazı şiirlerinden benim seçtiğim dörtlükler,şairin şiir gücünü ve dünya görüşünü yansıttığına inanıyorum.Sivas’ın,Şarkışla’ın dahi tanımadığı,Sivrialan köylü gözleri görmeyen,ama kalp gözü dünyayı tanıyan Veysel Şatıroğlu’nu Sivas Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer keşfetmemiş olsa idi,bugün “Kara Toprak” yarsız, “dağlar çiçeksiz”, yollar “uzun-ince “ olarak böyle güzel tasvir edilir mi idi tabii ki bilinmez.
İşte kısmen tanıtmaya çalıştığım halk şairi Alibey Dulkadir de bu toprağın yetiştirdiği Yunus Emre,Karacaoğlan, Seyrani,Kırşehirli Aşık Sait,Şemsi Yastıman ve belki günümüzde yazılı eser bırakmadığından adları unutulmuş ,ama eserleri içimizi ısıtan ve bazen hüzünlere gark eden ve ne yazık ki “anonim” olarak tanıtılan türkü ve şarkılarını söylediğimiz bilge insanlara Allah’tan rahmet dilerken , bu duygu ve düşüncelerle henüz kitaplaşmayan şiirlerinden bir demet sunduğum şairin, en azından bu şiirleri anonim olmaz.Okuyanlara,duyanlara ve ilgilenenlere bir hoşluk verirse mutlu olurum.
Kaynak : Ahmet Dulkadiroğlu