04/09/2011
Mucur’umuz yine en kasavetli kışını geçirmiş ve yine tabiat 1950’li yılların en
muhteşem baharını karşılamaya hazırlanıyor. Göçmen kuşlar usul-usul dönüş
yaparken, çayır-çimen yeşil örtüsüne bürünürken, bir yandan ağaçlar çiçeklerini
açarken, Hıdrellezi karşılamak için Belediye Çayırındaki park ve mesire
yerlerine pala serip dostlar kömeleşirken; piknik alanına beldemizde hiç
görmediğim ‘Tosbağa’ tipli, tek kapılı, kırmızı renkli küçük bir taksi geldi. Bu
taksinin içinde esmer tenli, ince uzun boylu, taksiyi kullanan şoför ile, orta
boylu, biraz tonton kadın ve birisi kız, diğeri erkek dört kişi indiler. Belli
ki, bu tablo ile bir aile görüntüsü veriliyordu. Etraftan birileri,
birbirlerinin gözlerine bakıp: “Yeni doktorumuz Cemil Bey” dediler. Mes’ele ve
konukların kimlikleri anlaşılmıştı.
Dr. Cemil Bey zaman zaman Ortaokula
gelir, öğrencileri genel sağlık taramasından geçirir, sınıflara girdiğinde de
gönül dostu görüntüsüyle Fransızca olarak “Bonjour” yani “Günaydın”
derdi.
Mucur- Mucur olalı (belki) tarihinde
ilk defa taksiyi, (kimbilir) “Tosbağa taksiyi”, kız ve erkek tipi bisikletleri;
Hipokrates yeminini imanıyla bütünleştiren felsefenin manevi
hazzıyla dolu birisini; kısacası Dr. Cemil Bey’in sayesinde tanıdı, dersem sakın
beni yadırgamayın... Başkalarını bilemem, ama inanın ben bu araçları ilk defa
görüyordum.
Bildiğim kadarıyla, Dr. Cemil Bey
Pratisyen Hekim olarak Mucur’da göreve başladı. Zengin- fakir ayırımı yapmadı.
Paraya pula tapmadı. İkbal hesapları da yapmadı. Mucurlu’lar da fiziki esmer
görüntüsünden dolayı “KARA DOKTOR” lakabını ad vermek suretiyle, kendisini
şöhretin en yücesiyle onurlandırıp, başlarında taç
yaptılar.
İhtisasını “Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı” alanında yaptıktan sonra,
onlarca Mucurlu’nun imzalı dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı O’nu yeniden
Mucur’a atadı. Mucur’a uzman olarak ikinci gelişinde de görkemli bir törenle
-tabir caizse- “Krallar” gibi karşılandı... Kısacası, Dr. Cemil Bey için
‘doyduğu yer’ olmaktan da öte ‘doyumsuzluğun doruğa çıktığı’ bir
yer oldu Mucur... Hastalar O’nu sevdi. O’nun teşhis ve tedavisine inandı ve
‘Kara Doktor’ larına çok güvendiler. Hasta- Doktor ilişkisi böylece sevgi
sempatisine dönüşüp, mükemmel mutluluğun zirve yapmasına neden oldu. Bu sevgi
öylesine pekişip perçinlenmiş olmalı ki; Dr. Cemil Bey: “Öldüğüm zaman beni
Mucur Mezarlığında toprağa tevdi edin.. Böylece mahşere kadar yine Mucurlu’larla
birlikte olmak istiyorum.” deyip vasiyetini yerine getirtmiştir. Bu davranış
biçimi Mucur sevgisinin en çarpıcı örneğidir. Uzun söze ne hacet... Acıöz
yolundaki Yeni Mucur Hastanesinin karşısındaki şehitlikte medfun Dr. Cemil Bey,
öldükten sonra bile Mucurlu’larla yine yan-yana, koyun koyuna yatmakta ve
dostlarıyla, sağlığında şifa dağıttığı hastalarıyla yine buluşmaktadır.
Makamının ve mekanının Cennet olmasını umuyorum. Bu ifadelerimin
de bir fantezi olmadığına inanmanızı istiyorum....
Yeri gelmişken birkaç anımı sizlerle
paylaşarak Dr. Cemil Bey’in daha yakinen tanınması için bu anekdotumu örneklerle
ahde vefa kabilinden, yeni nesil Tıp Doktorlarına da ışık ve rehber olması
saikiyle belleklere iyice kazımak istiyorum: Şöyle ki;
Mucur Ortaokulunda okurken aniden
hastalandım ve okul müdürümüz Hüseyin Güner yanıma sınıf mümessilimiz Acıöz’lü
Yılmaz Takmaz’ı rehber olarak kattı ve beni hemen hastaneye gönderdi. Meğer gıda
zehirlenmesi olmuş ve ‘dizanteri’ denen ‘zehirli ishale’ yakalanmışım. Acilen
ilaç alacak param yoktu ve ailem de Kurugöl’de yani köyde oturuyordu. Eczane’den
ilaç getirtip beni hastaneye yatırıp sağlığıma kavuşturdu. Bir hafta istirahat
raporumu da rehber öğrenciyle okuluma gönderdi. Ne şeref benim
için...
Günlerden bir gün köylülerimizden
genç bir kadın, elinde Dr. Cemil Bey’in başlıklı bir kağıda, bu kadının kocasına
hitaben yazdığı mektupla birlikte evimize geldi... Bu kadın Anama: “Selver Bacı!
Eğer izin verirsen Oğlun Duran Alamanya’daki kocama benim ağzımdan şu şekilde
bir mektup yazsın ve Dr. Cemil Bey’in mektubuyla birlikte yarın Mucur
Postanesinden bizimkine yollasın” demişti.. Ben de komşu kadının mektubuyla
birlikte, Dr. Cemil Bey’in bu kadının kocasına hitaben yazdığı mektubu
birleştirip postaya vermiştim.
Uzun lafın kısası: Dr. Cemil Bey’in
mektubunu alan köylüm en kısa zamanda izne geldi. Bu arada Dr. Cemil Bey’den de
karısının hastalığı konusunda da akıl aldı. Dört-beş yıldır köyünden, evinden,
ailesinden ve eşinden, çocuklarından ayrı yaşayan Gurbetçi köylümün hasreti sona
erdi. Bu buluşmadan tam dokuz ay on gün sonra, nur topu gibi bir oğulları oldu.
Adını da ‘Cemil’ koydular. Uzun ayrılıklar, özellikle hızlı ergenlik hormonu
salgılayan genç kadında, hem cinsel, hem de psikolojik olarak eşine duyduğu
özlem, hastalığı oluştururmuş. Konunun Uzmanı Dr. Cemil Bey öyle diyordu
mektubunda... (Çalıştığım yayınevinin Çocuk Bakımı, Eğitimi, Gelişimi ve
Hastalıkları konulu yayınlarındaki yayın tashihlerini yaparken
öğrendiğim bilgiler sayesinde; ayrıca baba ve dede şefkatiyle konuya yaklaştığım
için bu örneği yazmada ve yayınlamada hiç mi hiç ayıp
görmüyorum...)
Mucur’umuzun esnaflarından ve Kurugöl
Eşraflarından dayım Ali Çavuş’un Ahmet (Ahmet Erdemir) ile Dr. Cemil Bey’in
aralarında su sızmazdı. Dostlukları kadiim, arkadaşlıkları da oldukça
mükemmeldi. Hafta sonlarında ve zaman-zaman piknikte ve Kurugöl’de eğlencede bir
vesileyle mutlaka buluşurlardı. Dr. Cemil Bey yine bir gün dayım Ahmet Çavuş’un
misafiri olarak gelmişti Kurugöl’e... Biz biraz becerikli küçük çocuklar da töre
gereği misafirlere hizmet ediyor ve ikramları sofraya taşıyorduk. Bu ara yoldan
geçen köylü bir kadın Doktorumuzu tanıyıp yanına sokuldu.... Boş boğaz, lafazan
kadının davetsiz misafir olarak topluma yanaşmasına –Allah bilir ya- dayım pek
razı olmadı. Amma velakin bir kere kadın destursuz olarak Dr. Cemil Bey’in elini
sıkıp ‘hoş geldin’ etti. Diğer misafirlerle de tanışık oldu. Etrafı bir güzel
süzdükten sonra, biraz mütebessim yılışıklıkla Dr. Cemil Bey’e dönüp “ Doktor
baaa, bu avrat, senin garın mı?” deyiverdi. Beklenmeyen bu patavatsız soru
karşısında Dr. Cemil Bey, “ Elbette kendileri benim eşim olurlar.” Cevabını
verdi. Kadın tekrar, bir doktoru bir kere daha eşlerini tepeden tırnağa
süzdükten sonra; dudaklarını büzüp, suskun kaldı... Dr. Cemil Bey atağa geçip
kadını soru yağmuruna tuttu: “ Yoksa, bizleri birbirimize münasip görmedin
mi?” Köylü kadın yine her ikisini iyice süzüp, yine dudaklarını
yalayıp, büzüp, kafasını saat sarkacı gibi bir sağa, bir sola salladıktan sonra
gayet sakin olarak şu cevabı verdi: “ Sen iyisin, fidan gibisin ... Avradın da
iyi, okkalı... Yalanız eccik, boydan güççük ... Goca İstanbul’da
avratlara gıran mı girdi, boyu-boyuna uygununu bulamadın mı da, bunu aldın... ?”
demez mi!
İri kıyım, lafazan köylü
kadının çok yaşlı bir erkeğin yörede ‘ferik’ denen ikinci karısı olduğunu
Dr. Cemil Bey iyi biliyordu... Bu bilinçle kadının sözünü kesen Dr. Cemil
Bey, kadına: “ Sen hiç et yer misin?” deyince; kadın: “Et yemez
olur muyum doktor baa. Bayramdan bayrama ya kartlaşmış tosun keserik, ya da
kocamış öküz ...” Dr. Cemil Bey gülerek ve dayım Ahmet Çavuş’a da kaş ve
gözleriyle işaret yaparak, “ Sen ağzıyın tadını bilmiyorsun ... Eğer bilseydin,
kartlaşmış tosunun ; kocamış öküzün etini yemezdin... Benim eşim ufak-tefek,
amma baksana bıldırcın gibi ...” Köylü kadın gerekli mesajı almış olmalı ki
“Aboovv!” dedi. Hık-mık etti, cevap veremedi. Dr. Cemil Bey’in tipik örneklerine
de oradakiler katıla-katıla gülmekten öldü ...
Çocukluğumdaki gözlemlerim, ilmim,
idrakim, iz’anım Mucur’umuzun Kara Doktoru sevgili Cemil Attar’ı anlatmaya
yetmez... Ey yüceler yücesi Rabbim! Ben o’nu çok yönlü lekesiz kimlik ve
kusursuz aile reisi kişiliğiyle, böyle biliyorum.Sürçü lisan ettimse affola
diyor, aziz hatırası önünde üstün saygıyla eğilip, ruhuna fatiha
gönderiyorum.