Prof. Dr. Erkut ATTAR
erkutattar@kirsehirlilerdernegi.com
VİCDAN ve ADALET
30/10/2011 Zaman zaman
Beyazıt’a, Üniversite tarihi yerleşkesi içerisindeki Profesörler Evine
uğradıktan sonra, sahaflar çarşısındaki
kitapçılara şöyle bir göz atıp, Beyazıt Gülhane parkından Sarayburnu’na doğru geçerim.
Hey gidi fani dünya; o muhteşem yüzyılların yaşandığı, Kanuni Sultan
Süleymanların yaşadığı Topkapı Sarayının hemen önündeki çay bahçesinde
dinlenirim ve becerebilirsem iki satır kitap okurum. Böyle bir günde Gülhane Parkının
eski halini anımsadım. O yıllarda kafeslerin arkasına, gelen geçen görsün diye
konulan doğa hayvanlarının hali bir kez daha içimi sızlattı. Düşündüm,
kafeslerin içerisindeki bu özgür ruhlu ve masum hayvancıklar acaba kendilerini
buraya kapatanları ve dışarıdakileri nasıl görüyorlardı? Doğalarından koparılan
ve Tanrının kutsal saydığı bu canlıların neden kendi yaşamlarını seçme hakkı
onlara verilmemişti? “Adalet
sadece insanlar için mi vardır” diyecek oldum kendi kendime ve Beyazıt
sahaflarından aldığım bir kitabın sayfaları o an zihnimde çevrildi. Eski İstanbul öykülerinde boy gösteren
Kadırgalı Adalet Abla geldi gözümün önüne ve yüzümde alaycı bir gülümseme
belirdi. O kitaptaki öykünün kahramanı
Adalet Abla aynı mahallede yaşayan Vicdan Ablalar ile komşu olurdu. Daldım
gittim, Kadırga’nın daracık sokaklarından çekilen akşam güneşine. O güneş
Mabeyinci Yokuşuna tırmandığında kömür ateşi ince belli semaverleri azar azar
fokurdatmaya başladı. Adalet abla cumbadan cumbaya gerilmiş iplerden çatal
çörekler, akşam simitleri, sefer tasları geçirirken sanki Vicdan Abla’nın çığlıklarını
işittim bir an “ilahi Adalet Abla gözün kör olmasın senin emi”. Mahallenin ve
Ahlak Sokağının gülü Vicdan Abla’nın bilinen Vicdan’dan hiç farkı olmadığını
düşündüm. Gerçekten, ahlak sokağının
sakinlerine bir sorarsınız da bin işitirsiniz.
Vicdanlısı, vicdansızı yetmiş bin laf konuşur onun hakkında. İçi dışı
bir bu güzeller güzeli kadını hep birilerine yakıştırırlar. Esasında o zavallı kadın ahlak sokağının bir
adım ötesini bilmez. Vicdan abla gibi hepimiz bu vicdansızlara bozuluruz ama
gerçekte onlara çok şeyler borçluyuzdur. Vicdansızlar vicdansızca davranarak
bizleri düşünmeye ve aklımızı kullanmaya teşvik ederler. Böylece gelişmesi için
ciddi talim gerektiren bu iki değeri uyarırılar. Tanrı bizlere kötülük
edenlerden, edeceklerden, kıskananlardan ve de çekemeyenlerden bin bir kere
razı olsun. Onlar olmasalar bizler vicdanı, iyiliği, hoşgörüyü ve erdemli
olmayı anlayamazdık, anlatamazdık. Vicdansız olanlar yalnız Vicdan Abla ile uğraşanlar
değildir; sevenleri ayıranlar, eziyet edenler, özellikle ve bilerek kötülük
edenler, haksız yere arkanızdan konuşanlar, yalancılar, dolandırıcılar hep
vicdansızdır. Savunmasız kişilere, çoluğa, çocuğa ve de özellikle hayvanlara
eziyet edenler bu sıralamada ilk başı çekerler. İftira edenler de belki bunlardan
sonra gelirler. Katiller ve hırsızlar bile bunlardan daha çok şeyleri hak
ederler, çünkü insanlar bazen bu vicdansızlar yüzünden katil olurlar veya da zorda
kaldıkları için hırsızlık yaparlar. Bu nedenle evleriniz veya arabalarınız
soyulduğunda siz o hırsızlara “vicdansız” dersiniz, ancak size birileri iftira
ederse veya etmeye kalkışırsa bunlara da hem “şerefsiz” hem de “vicdansız” dersiniz
ve daha fazla tepki duyarsınız. Doğrusu, böyle bir sıralama yapmak her zaman çok
kolay olmayabilir, çünkü vicdansızlığın boyutları toplumlara, kültürlere ve mekânlara
göre değişebilir yani göreceli olabilir. Örneğin, adam öldürmek barışta olursa vicdansızlık
savaşta olursa kahramanlıktır. Her şeye rağmen, vicdanın evrensel doğruları
vardır, bunlar kültür, mekan ve zaman tanımaz. Her koşulda çocuklara ve
hayvanlara kıymak vicdansızlıktır. Bu kadar
konuşmadan anlaşılacağı üzere “vicdan”
doğru ile yanlışı, ayırt edebilme yeteneğidir. Dolayısıyla, vicdan ile akıl
arasında ciddi bir bağlantı vardır. Evrensel doğrulardan itibaren vicdan
göstergesi gaz pedalının üzerinde ne kadar sağa gidiyorsa “akıl” yazan araç o
kadar süratlenecektir. Aklı kullanabilmek tanrısal bir sanattır. Kişi aklını ne
kadar kullanabilirse o kadar tanrısal nitelikler kazanabilir. Tanrısal nitelikler
kazanan kişinin de zaten en üst düzeyde vicdanlı olması beklenir, yani o göstergenin
iyicene sağında yer alır. Vicdan azabı duyan bir kişinin yaptığı işi sonradan aptalca
nitelemesi de bu yüzdendir. Vicdan konusunda hata yapmamak için sabırlı olmak
şarttır. Bu nedenle sabır da tanrısal bir yetenektir ve en büyük erdemdir. Vicdansızlığın
boyutları aklın boyutlarıyla ilişkili olduğundan bu azap o ölçüde önemlidir. Fidan
gibi yiğide kıydık, güzelim kızı mahvettik, canım çocuğu rezil ettik, zavallı
hayvandan ne istedik, bize zararı olmayan şu çalışkan karıncayı niye ezdik, köşedeki
ağacı niye kestirdik, papatyayı niye topladık, çimene niye bastık derken Tanrısal
niteliklere doğru süratli bir yolculuk başlamıştır. Kısacası, tanrısal
nitelikleri kazanmak için gereken tek şey akıl ve bunu tamamlayan
vicdanımızdır. İnanç için var olan
kurumlar düşünmemizi engellemediği, çıkar için kullanılmadığı ve vicdansızlığı
maskelemediği sürece belki bizlerle Tanrı arasında bir köprü olabilir. “El Hakim”
yüce Allahın bir diğer adıdır. Hakim, hikmet sahibi olan, bilge kişi anlamına
gelir. Vicdan sahibi olmak o kâmil kişinin en önemli erdemlerinden biridir.
Hakim kişi vicdan ile akıl arasındaki ilişkinin farkına mutlak varmıştır ve
evrensel doğrular konusunda duyarlıdır. Hakim, adaletin herkes ve hatta bir gün
kendisi için de gerekeceğini bilir. Nazi Almanya’sında toplumun alt
kademelerinden gelen ve esasında sıradan bir onbaşı olan Hitler hitabet
sanatını çok yetkin bir şekilde kullanarak Alman toplumunu bilinen felaketlere
doğru sürüklerken bu anaforun içerisinde ülkenin aydınları da kaybolmuştur. Ülkenin
değerli hukuk adamları, hakimleri, savcıları ve avukatları bu faşist toplumsal
hareketten etkilenmişler ve kendilerini bağımsız yargının değil bu olayların
bir parçası olarak hissetmişlerdir. O günün Almanya’sında çok iyi hukuk eğitimi
almış bu insanlar maalesef bilerek suçsuz insanları hapislere ve idamlara
göndermişler, suçlu olup da faşist idare yanlısı olan kesime ise hoşgörü ile
davranmışlardır. Bir hakime verilecek en büyük ceza onu bilerek yaptığı
haksızlıklarda vicdanı ile baş başa bırakmaktır. Kalplerinde mutlak vicdan
barındıran bu eğitimli insanlar sükûnet ve sabırla düşündüklerinde ve aklı ön
plana aldıklarında bir sıradan, cahil ve maceracı onbaşının peşinde
sürüklendikleri süre içerisinde yaptıkları hataları sonradan görmüşlerdir. Sadece
kendi ülkesini ve insanını değil, tüm dünyayı felakete sürükleyen, binlerce
insanın katline, suçsuz yere cezalandırılmasına neden olan bu lider bozuntusu özünde
cehaletinden kaynaklanan aşağılık duygusunu tüm hayatı boyunca ülkenin
aydınlarını hor görerek ve suçlayarak gidermiş ve her fırsatta onları halk ile
karşı karşıya getirmiştir. Yakın zamanda Libya örneğinde gördüğümüz gibi bütün
diktatörlerin ve diktatörlüklerin sonu mutlak hüsranla sonuçlanır. Halk ülkenin
tarihsel, kültürel ve bilimsel birikiminden çok imarına ve sözde gelişen
ekonomisine kendini kaptırmış, ancak yerleşen faşizm ve arkasından demokratik
kurumların yok edilmesi ile birlikte yaşanan savaş ile beraber ülkede ne imar,
ne ekonomi kalmış, Almanya bölünmüş ve Alman halkı esir duruma düşmüş ve büyük
acılar yaşamıştır. Adalet herkes için dedik, Hitler Almanya’sının gerçekte bu
değerli hukukçuları savaş sonrası bağımsız mahkemelerde yargılandıklarında
aldıkları ağır cezalardan çok masum insanlara kıymaları nedeniyle vicdanlarına
karşı olan sorumluluklarından dolayı kahrolduklarını itiraf etmişlerdir. Tek
kişilik bir hücrede ölümü bekleyen veya idama giden bir masum insan onu haksız
yere hücreye veya ölüme gönderen bir hakimden daha huzurludur. Ünlü filozof
Sokrates’in dediği gibi genel olarak oldukça basit dengeler üzerine kurulan
“mutluluk” ahlaki gelişimin sonucudur. Yazımıza ilham kaynağı olan, ahlak
sokağında yaşayan Vicdan Abla, Adalet Hanımla olan ilişkilerindeki samimiyet ve
dürüstlük nedeniyle mutludur, huzurludur ve özgür ruhludur. Bu
vesileyle, elinde gereken saltanat ve güç varken kendini beğenmiş, Mussolini
veya Hitler benzeri cahil diktatörlerin yaptığı gibi faşist ve teokratik bir
idare yerine bizlere bağımsız demokratik bir cumhuriyet ve siyasetten bağımsız
bir adalet sistemi hediye eden yüce Atatürk’ü saygı ile anar, hepinizin bu yıl
kutlaması yapılmayan Cumhuriyet bayramını en içten dileklerimle kutlarım. Hakimlerin
en ulusu yüce Tanrı aklımızı, vicdanımızı, ülkemizi, geleceğimizin temeli olan bağımsız
yargımızı ve Cumhuriyetimizi korusun sevgili kardeşlerim. Saygılarımla, Prof. Dr.
Erkut Attar |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
BİR BAŞKA KÖROĞLU ÖYKÜSÜ - 09/10/2011 |
Ustalar - 05/10/2011 |
Ahiliğin Düşünsel ve Edimsel Özü - 25/09/2011 |
Unutulan Bayrak - 18/09/2011 |
Aşıklar - 04/09/2011 |