Duran Erdoğan
duranerdogan1947@gmail.com
BİZİM KÖYÜN HURAFELERİ !
04/03/2012 Sevgili hemşerim Şemsi Yastıman’ı
dinliyorum eski plakta... İçinde mi dışında
mı ? Burgusunun başında
mı?
Göğsünün nakışında
mı? Şeytan sazın
neresinde? Abdest alsam, aldın
demez? Namaz kılsam, kıldın
demez? Kadı gibi haram
yemez ! Şeytan sazın
neresinde? Nerelere gitmişse, çoktan beri ortalıkta
görünmeyen ilham perisi, Şemsi
Yastıman’ın sazının telindeki nağmelerle, Aşık Dertli’nin dizeleriyle gönül
kapımı çaldı. Bana bu yazıyı yazıp, sizlerin huzuruna getirmenin yolunu
gösterdi. Çocukluğum ve ilk gençlik günlerim Mucur’un
Kurugöl Köyü’nde geçtiği için, köy kültürü bütünüyle hemhal olmuş birisi olarak
bazı şeyleri, yani hurafeleri (bâtıl) sizlerle paylaşmanın doğru davranış
olacağını sanıyorum: Ben doğmadan önce anam birkaç kez düşük yaptığı için komşu
Kargın Köyü’ne gidilerek, hiç ölüm acısı tatmamış evlerden çeşitli (rengârenk)
çaput ve bez parçaları toplanıp, bu bezlerle bana köynek (gömlek) dikilmiş. Komşu Altınyazı (Aflak) Köyü’ne gidilerek, toplanan
bu çaputların bir kısmı da Aflak Baba türbesinin penceresinin demirlerine
bağlanmış. Sandukasının üstüne serilmiş, başucuna da mumlar yakılmış. Beni doğurunca, çok kan kaybettiği için
bayılmış Ana’m. “Albasmış !” demiş komşu kocakarılar. Olmayan Alkızları kovmak
için babam dama çıkıp, mavzerle havaya ateş
ederek, beş şarjör mermi yakmış. Tüm köy
halkı bizim eve doluşmuş, olup bitenleri
merak ederek... Kimi “yastığının altına bıçak koyun” demiş; kimi “başucunda Kur’an, ekmek bulundurun” istemiş. Kimi de “canını fazla yakmadan iğne batırın”
demiş. Biri de al poşu bağlamış anamın alnına. Bu arada ebem Zübeyde göbeğimi
kesip eşiğin dibine gömmüş. Netice de anam bütün bu müdahalelerin ardından
kendine gelmiş... Kaderimin, ölen diğer kardeşlerime benzeyip
kedere dönüşmemesi için; bu dünyada murat alıp yaşamam için adımı da “DURAN” koymuşlar.
Şükürler Rabb’ime...1947 de böyle gelmişim cihana !.. “Kırklı çocuğa su verilmez !” demiş bir kocakarı... Ben susuzluktan morarıp,
dudaklarım iyice kavrulunca, çok ağlamaktan sesim kısılmış. Bu
sefer de “besmelesiz mi geçirdin eşikten çocuğu, içine cin girmiş” demiş kocakarının
kocamış ötekisi. Dedem Ali Çavuş
çok kızmış kocakarıya... “Sen bunu hangi kitaptan okudun? Şimdi seni okuduğun o
kitabın kavlince...” diyerek, sövüp-saymış
kocakarının gelmişine-geçmişine...
“Vicdansızlık etmeyin hemen su verin sabiye ...” demiş. Merhamet edip, “Badem Pınarı”nın şifalı suyundan
içirmişler kanıncaya kadar. Yıllar sonra bulduk bu oğlanı deyip
sevinince anam; Kurugöl’ün alim sözlü, altın öğütlü büyüğü dedem Ali Çavuş’a
“Baba, ağzına tükür de huyu-husu sana benzesin !” demiş . Çok kızmış bu söze
Ali Çavuş dedem: “Çocuğun ağzını bilmem; amma böyle safsatalara inandığın için senin ağzına-yüzüne
öyle bir tükürmek geliyor ki içimden” deyip, verip-veriştirmiş anama... Bir
çocuğun emekleyerek yürümesinin ya da gözümüzün bir yere takılıp
dalgınlaşmamızın, eve misafirin
geleceğine hükmedilmesinin mantığı nerede? Genelde yedi yaşına geldiğinde,çocuğun çıkan dişinin
ineğin altına atılmasıyla, ineğin dişi dana doğurmasına inanılışının makûl nedenini
bana niye belletmediniz? Öyleyse,
Belediye otobüslerinde, erkeklerin kalktığı koltuklara oturan kadınların gebe kalacaklarına, doğan çocukların da ‘veled-î
zina’ sayılması gereğine inanmanın
mantıklı dayanağı var mı?. Benim bu tespitimi akılcı buluyor musunuz? Haydi buna da inansanıza ! “Dünya Sarı Öküz’ün boynuzları üstünde
duruyor !”muş. Eğer “sarı öküz başını
sallarsa deprem olur!” muş veya “kıyamet kopar, dünya batar!”mış.Şimdi öküzlük
edip inanalım mı bu öküz masalına? Andolsun
ki; ‘Köpeğin ulumasını, baykuşun bacadan ötmesini’ “felâketin
habercisidir !” dediniz bana... “Kanarya, bülbül ve hattâ cart sesli kekliğin ötüşünde niçin rahatsız olmuyoruz?” deyişime, cevap veremediniz bile... Özellikle mavi (gö) gözlülerin nazarından
korunmak için eve asılan üzerlik, evin dışına asılan ölmüş atın kellesi,
arabaların ön camlarına takılan ‘maaşallah
ve cevşenlerin’ kasko sigortası olarak algılanması kimin cehaletinin belirtisi? Gömleğimin sökük düğmesini üstümüzde
dikerken aklımız başımızdan gitmesin
diye dişimizle çöp tutturuldu, bu bâtıl yalanı
hamutuyla yuttuk!... “Topal Elif senin kapında geçmiş de kızının kısmeti bu
yüzden kapalı” diyen, kurşun döken falcı Zarife kadının anlattıklarına öyle
kandık ki..? Yüznumaraya girince ‘destur’
çekmezsen, burada yaşayan cin ve perilerin bizleri çarpacağını söyleyen benli Kevser’in bu düzmece masalını hayretler içinde dinledik. Geceleri
korkudan buralara gidemeyip, altımıza
ettiğimizi söylersem, işte bu yalan değil !.. Koyunu melek, keçiyi şeytanla özdeşleştirip
tanımladınız !.. Kerameti eşek bokundan
görüp muska yapıp boyunlarımıza taktınız... Yağmurun yağması için yılanı
öldürüp yaktınız... İki bayram arasında nikâh kıyılmaz deyip sevgilimle buluşmamı
üç ay daha ertelettiniz? “ Sürüye
kurtların saldırmaması için üfürükçü “Gıcık Üssüyün’e muska yazdırıp, kurtların ağzını bağlattınız.
Karakedinin önümden geçmesinin, uğursuzluk getireceğine inandırdınız. Ay tutulunca
bana teneke çaldırttınız...Tek ayağımı kaldırıp yalan yere yemin edersem,
cinlerin çarpmayacağına beni ikna ettiniz...Hacı Bektaş-ı Velî Hazretlerinin kabrinin
başında amuda kalkılırsa, ya da sağa–sola
yatılıp yuvarlanılırsa, “doğacak çocuk hem
oğlan hem de uzun ömürlü olur !” deyip, bana maval okudunuz... En önemlisi ve en acısı da “biraz sonra
kıyametin kopacağını bilseniz bile, elinizdeki ağacı dikin” diyen sevgili peygamberin sözünü hiçe
saydınız... Mübârek zatların bahçesindeki o ağaçlara çaput bağlatıp, tuvalet
kâğıtlarına da dilek ve temenni dilekçesi yazdırıp astırdınız. Türbenin ‘ağaçları kutsal ve her derde
devadır’ deyip, kabuğunu soydurup , şekerli suda ıslattırıp, şerbet gibi içirdiniz.
Boynuzlu koçtan, boynuzsuz koçun
hakkının alınacağını yazan o kudsî ulu kanunu
kadük yaptınız... Sözün özü: Kur’an’ın “Oku” ayetiyle
toparlandığımda; büyük görüntülü, büyülü
sözlülerin aslında basit ve bayağı birer
cahil büyücü olduklarını anladım. Şimdi okudum, doğruları öğrendim...Milenyum
çağında uygarca yaşıyorum. Sizin safsata hurafelerinize inanmıyorum artık. Beni
ıslah eden, iyi, doğru ve güzeli gösteren Allah’ım inşallah sizleri de ıslah eder. Duacıyım! Hoşça kalınız.
Duran ERDOĞAN Kırşehir Anekdotları Yazarı
E.posta: duranerdogan1947@hotmail.com |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
ÖKÜZÜN VASİYETİ - 22/04/2014 |
BİR BÖLENİN HIRSI ve HINCI! - 15/04/2014 |
VERGİ HAFTASI - 08/04/2014 |
BU YEREL SEÇİMİN KAZANANI MİLLET OLSUN - 01/04/2014 |
UNUTMAK ve NANKÖRLÜK - 24/03/2014 |
EĞRİ YOLDAN SAPMAYANIN VAY HALİNE! - 16/03/2014 |
BENİM BELEDİYE BAŞKANIM BÖYLE OLMALI - 18/02/2014 |
KIRŞEHİR HALK KÜLTÜRÜNÜN SESİ YAREN TV BİR İNCİDİR - 01/02/2014 |
MUCUR ve HAVALİSİ SOSYAL YARDIMLAŞMA KÜLTÜR DERNEĞİ - 05/01/2014 |
Devamı |