30/12/2012
Bir müneccim duruyordu köşe başında.Yanına yaklaşıp sual
eyledim: "Benim de taliime bakar mısın, neler görüyorsun gelecekte
başıma gelecek, hem de neler neler gelecek, bahtımı açık, atimi
parlak, görüyor musun?" dedim. Müneccim sanki bir kitaptan
okuyormuşçasına, Fuzuli'nin kitabını tercüme ediyormuşçasına baktı
baktı baktı. Başını bir o yana bir bu yana çevirerek sanki" kötü çok
kötü demek istiyordu da, çok fena şeyler görüyor da söylemeye, ifade
etmeye dili varmıyormuşçasına gözünü uzaklara dikip başını kaldırdı.
Ben söyleyeceği fenalıklara kendimi alıştırmaya çalışırken birden,
"tamam şimdi buldum" dercesine bir eda ile "bak neler görüyorum" dedi:
-Kan görüyorum.Kızıl kıpkızıl kan görüyorum.
Ben sevindim, mutluluktan uçacakmış gibi olup yerimden
fırladım. Çünkü bu muştuydu bana. Bundan daha güzel bir haber olabilir
miydi bir fani için. Çünkü o kan ksnaperin,keskin nişancının,en iyi
atıcının,okçunun gamze oklarının yarasından akan kızıl kandı.Ya o
nişancı beni görmezden gelip,es geçip,"o bizden değil geçiniz"
diyerek beni görmezden gelseydi!Ya benden tarafa hiç
bakmasaydı,görmezden gelseydi,bigane davransaydı, halim nice olurdu?
Fuzuli'nin ifadesiyle beni "o sanmasaydı" vaziyetim nasıl olurdu? Bana
cefa eden sevgili bana cefa edişinin yegane sebebi "cefadan
usanmamanın "yanında beni"o sandığı" için cefa edişinden ben bana
teveccühün derecesini kavrayabiliyorum. Zaten o cefadan ben de
mesudum. Daha çok cefa edilmesinden de bahtiyar olacağım.Bu benim O'na
bendeliğimin de derecesini göstermektedir çünkü. Benim varlığımın ne
anlamı kalırdı bu dünyada. Eşyadan, maddeden ne farkım kalırdı acaba?
Oysa ben ona bağlandığımı, ona ram olduğumu, kalbimle, gönlümle, bütün
bedeni ve manevi varlığımla ona kendimi hasretmişken yüz çevirseydi!O
zaman rüzgar önünde savrulan saman çöpünden ne farkım kalırdı. Oysa
ben insanım, ben yaratılanların en şereflisiyim, Yaratan'ın övüp
yarattığı, sorumluluk verdiği, değerli kıldığı bir yaratılanım.Beni
adam yerine koyması ban verdiği değerin yanında ban mesaj da
vermektedir.
Ben o yaradan da o yaradan akan kandan da mutluyum,
müftehirim, müşerrefim. Bunlar benim varlığımın, insanlığımın
işaretleridir de ondan. Yaratan'ın beni yaratık yerine, insan yerine,
adam yerine koymasının benim de "adamdan sayılmamın" işaretidir.
Kan ve gül... Gül rengini o en güzel aşıktan almıştır. O
aşığın attığı gamze oklarının yaralarından çıkan kanın renginden
almıştır. Ancak kan da tam zıddını söylüyordu. Kızıllığını, kırmızı
rengini gülün rengine özenerek ondan aldığını ifade ediyordu kan da.
Nasıl ki bülbül güle aşkı hatırına dikenlerin azabına katlanıyorsa,
beni de bu katlanmadan mahrum eyleme ya Rab! Münacaata kalkan mücrim
eyleme. Sende yok olma yani "fenafillah" ile müşerref eyleyip, nadan
ile bahile muhtaç eyleme ya Rab!"Fenafillah" diyen kadar cesur olup
"dara giremesek" de nara düçar eylem!
Allah bana aşkı, sana da güzelliği vermiş. Bendeki aşk
olmasa güzelliğinin on para etmeyeceğini niçin düşünmezsin bre gafil!
Bendeki sevgi dolu gönül, bedenimin merkezi olduğu kadar aşkımın
merkezi, aşk enerjimin deposu olan kalbim olmasaydı sendeki güzelliği
kim fark eder, kim sana yüz çevirir, senden kimler müşerref olmayı
umardı? Bu benim sana değer verişimin işareti olan durumun kıymetini
bil ve değer vererek karşılık ver ki nankör olmayasın. Karşılıklı bir
mesut olma durumunu yaşayalım ki didar kaçınılmaz olsun, beklenen son
olsun, mutlu son olsun.
Bir şehir...
Depremle yıkıldığında, viran olduğunda ne acılar
yaşanmıştır. Bir maddeci "düşün ki deprem anında tuvalette olan bir
adamın halin" diye başlarken, bir başkası, mana alemi zengin bir adam
ise,"üzülme ey şehir o yıkıntılar arasından güller açar"
diyebilmektedir.İşte bu şehirde güller açmış ama hep başka bahçelerin
gülleri açmış.Başka bahçelerden rüzgarın savurduğu tohumdan meydana
gelmiş güller açtı. Bahçeye yabancı, toprağa yabancı, bağbana yabancı,
koklayana yabancı...
İşte bu şehirdeki en lüks otelden alış-veriş
yapmaya gidiyoruz. O memleketin asıl sahipleri, oranın önünden dahi
geçirilmezken, aynen benim yurdumda olduğu gibi ancak karşıdan
bakmakla yetindirilirken ben ve arkadaşlarım, cebimizdeki ABD
parasının gücüyle oraya girmeye hak kazanıyoruz. ABD parasının bana
hükmetmesine, beni esir alıp istediği yöne çekmesine fırsat vermemek
için yani o paranın kölesi olmamak için attım kendimi dışarıya."Senin
alım gücün de adam yerine koydurma gücün de lazım değil, bana
insanlığımı maneviyatımı geri ve ki asıl hedeften uzaklaşmayayım.
Doymayan nefisten şişkin bir mideden, şımaran bir benlikten,
zaptolunamayan egodan sana sığınırım Yaratan'ım! Türkiye'deki halimi,
alım gücümü, çekim gücümü düşünüp vaz geçtim bu çılgınlıktan.
Emir Temur bağından Taşkent'in o zaman en meşhur ve
lüks oteli olan Özbekistan otelini seyrediyorum. Çoğu yabacı sözde
zengin ama ahlaksız adamlar ve onların kötü emellerine alet olmuş veya
onların akıllarını başlarında almış çeldiriciler, saf saf , öbek öbek
içeri dalıyorlar. Bunca çeldiricinin müthişliğine, çeldirmekteki
ustalığına rağmen "sokakta gördüğünüz kadının şerrinden, nefsinizin
zaptolmayan azgınlığından kurtulmak, felaha ermek için evinize
gidiniz" tavsiyesini aklına getiren olsa herhalde ne o manzara
kalır,ne de çelinen ve çeldirenler kalırdı meydanda.Heyhat her ikisi
de hem çeldirici, hem de çeldirilen ve de çeldirme mahalli razı ki hep
pür neşe(!) ile gidiyorlardı.
İnsanı felakete sürükleyen üç şeyin "şöhret, şehvet, makam"
olduğunu söyleyen ululardan bir ulu, bunların şerrinden korunmayı da
göstermiş. Nice güdük varlığın bunların peşine takılarak nasıl helak
olduklarını anlatmış. Pişmanlığın nasıl fayda etmediğini helakin
kaçınılmaz olduğunu açıklamış. Peşinden koşulan bu dünyevi
farklılıkların birer tuzak olduğunu anlatmış.
Ey! Kimsesizler kimsesi!En büyük düşmanım olmasının
yanında, beni feriştahlardan da üstün eyleyen nefsimin bana galip
gelmesine müsaade etme!Bana onunla mücadele etme,onunla başa çıkma
gücü ve kudreti ver.Ver ki senden başkası bana hükmedemesin.
Şöhret...
Herkesin tanıdığı, selama durduğu, el vurmak
için sıraya girdiği ,dünyalık koparmak için el üflediği
tanınmışlık...Kibirden devleşen nefsinin azdırdığı adamın o küçücük
bedenine rağmen, kendisini devleşmiş bir yaratık gibi görüp müstehzi
bakışlarla karşılık verdiği kötü mahal...Cücelerin, yüce olma sevdasının
tezahür ettiği dershane...Nice kendini bilmezin, kendini iri olarak
bildiği yanlışlığın sergilendiği vitrin...
Ya makam..Evet en büyük çeldiricilerden birisi...İşte
ispatı,"insanların dağıtacak bir maddi zenginliği,paylaştıracağı
makamları yoksa dostları da yoktur,azdır" diyen bilen
Çinli...Dostlukların dahi menfaate bağlandığı yer yüzü...Belki de
insanları en çok etkileyecek, kandıracak, aklını çelecek tehlikeyi
işaret etmiş. Ancak insan ölünce, kendisinden ilk ayrılacak zenginliği
de makamıdır.Belki de o ölmeden ayrılacak başa sevgililer bularak
onlarla mesut olacak hiçbir şey yaşamamış gibi..Bu devran hep böyle
devam edecek..Yeni makamlar,yeni sevgililer yeni köleler ve yeni
hüsrana uğramışlar...Bir sevgilide izzet bulduğunu sananlar,diğeriyle
şöhret olduğunun zehabına kapılanlar,bir başkasıyla şehvetten
kuduranlar,mutlu olduğunu sananlar...Ama neticenin her üçüyle de hüsran
olduğunun farkında olamayanlar....Erkeğin bütün hislerini dumura
uğratan, bütün bedenini, aklını ,fikrini, beynini felç ederken
diğerinin kadının en büyük silahı olan zaptolunmazsa felaketlere sebep
olan duygu...
Yüce Yaratan,herkesi bu üç felaketten muhafaza buyursun!
30 Aralık 2012-ANKARA
SEFER AŞIR ERASLAN