Bu konuda bir yerde yanlışlık yapıldı mı, hemen burnumu sokuyorum. Yarım saat kadar önce milliyetblog'dan rastgele bir blog açtım. Yazan arkadaş benim de okuyup öğretmen olduğum eski eğitim enstitülerinin birinde Türkçe bölümü mezunlarından. Hangi eğitim enstitüsü, yazanın adı ne, bunlar önemli değil, gereği de yok. Böyle bir kişinin yazım yanlışı yapmaması gerekir değil mi? Oysa yanlışları saymaya kalksam sayısını yazmaya ben utanırım. O zaman yıllarca bu güzel dilin neyini öğrettin kardeşim?
Bu bilgisayar çıktığından beri dilimizin yazım, noktalama yönünden anasını ağlatıyorlar. Bırakın tırnakmış, konuşma çizgisiymiş, şunu bunu; nokta. virgül; büyük harf, paragraf hak getire. Yanlışlar konusunda uyarı ya da eleştiri yaptığınızda "Ben Türkçe öğretmeni miyim kardeşim?" azarıyla karşılaşırsınız. Bırakın Türkçe öğretmeni olmayı, ilköğretim okulunu bitiren herkes dilinin yazım kurallarını bilmeli, uygulamalıdır.
Konuşma, bir yetenek işidir. Güzel konuşmayı çalışarak, uğraşarak biraz öğrenebilirsiniz; ama konuşma yeteneğiniz sınırlıysa bu belli bir noktaya kadardır. Oysa konuştuğun dilin doğru yazımını öğrenmek öyle zor bir uğraş da gerektirmez.
Bilgisayarla yazmaya başladıktan sonra gönderilen mesajlara, karşılıklı yazışmalardaki cümlelere bakıyorum da bu güzelim Türkçeye , özellikle gençler tarafından, ne kötülükler yapıldığını görüyorum. Cümlelerin sonundaki "kib,slm" gibi garipliklerin "kendine iyi bak, selam" anlamlarına geldiğini neden sonra öğrendim.
.........
Benim öğretmenlik yaptığım yıllarda ortaokul diye anılan, sonra ilköğretim okulu denilen okullarda öğrenciyi doğru yazım konusunda yetiştirmek için şöyle bir uygulama yapardım: Ortaokul birinci sınıfa gelen öğrenciye kompozisyon konularının yazımı için yirmi-otuz sayfalık çizgisiz, büyük boy defter aldırırdım. Alışsınlar diye de sayfa altına çizgili kağıt koymalarını önerirdim. Türkçe okuma parçalarına uygun kompozisyonları bu deftere yazarlardı öğrenciler. Her yazıyı tek tek inceler, yazım ve noktalama yanlışlarını kırmızı kalemle işaretler, düzeltirdim. Öğrenci bu defteri üç yıl kullanırdı. Daha sonra bir derste, yaptığımız yanlışları bulur, nasıl düzeltmemiz gerektiğini tartışırdık. En çok yanlış da "de, da" ların yazımında yapılırdı. Öğrenci okulu bitirirken defterin ilk sayfaları ile son sayfaları arasındaki fark apaçık ortada olurdu.
Bunları anlatırken belki kırk yıl önce okuduğum bir kitaptan aklımda kalanı kısaca anlatmak isterim:
Ömrünün önemli kısmı düşünce suçundan dolayı hapishanelerde geçmiş ünlü şair Nazım Hikmet'in "1938 Harp Okulu Olayı" ile ilgili yargılandığı mahkemede geçer olay. Yakup adlı işçi de sanıklardan biridir. Yakup sanık sandalyesinde, jandarmalar iki yanında, mahkeme açılır.Yargıçlar girince herkes ayağa kalkar. O zamanın deyimiyle mahkeme reisi, diğer yargıçlar oturur. Mahkeme reisinin ilk sözü "Satırbaşı!" olur. Bu sözü duyan Yakup, olduğu yere küt diye devrilir. Yakup, zabıt katibine satırbaşından başlaması için komut veren yargıcın bu sözünü, kendisine idam cezası verildiği,başının satırla kesileceği şeklinde anlamıştır. Yakup, okuma yazması bile olmayan biridir, satırbaşından ne anlasın? Gelin ne olur biz anlayalım.
.......
1972 yılında öğretmen olarak torbadan Muş-Bulanık-Karaağıl'ı çektim. Büyükçe bir köy, yani eski nahiye Karaağıl. Orasıyla ilgili anılarımı daha sonra yazacağım; ama yukarıdaki konuyla ilgili olduğu için birini anlatmalıyım burada: Yirmişer kişiden oluşan iki sınıf. Öğrencilerin çoğu o zaman tek caddesi olan ilçeleri Bulanık'ı bile görmemişler. Öğretmene susamış, öyle saf ve temizler ki...Oraya bir ortaokulun açılması büyük nimet onlar için. Türkçe dersinde bazı dilbilgisi konularını defterlerine de yazıyorlar. Ben, konuyu örneklerle anlatıyorum, sonra da defterlerine yazdırıyorum. Bir süre sonra defterlere baktım. Pek çoğu konunun altına "örnek" yazacakları yerde "ördek" yazmışlar. Benim söylediklerimi anlamasalar diğer sözcükleri de yanlış yazarlar. Anladım ki bu öğrencilerin çoğu bu sözcüğü o zamana dek duymamışlar."Ördek"ler "örnek" oldu; ama biz de epey yorulduk.
Şimdi bu yazımı okuyanlar şöyle düşünebilirler:"Aman canım, hoca da takmış kafaya. Anlaşıldıktan sonra öyle yazsan ne olur, böyle yazsan ne olur?" Ben de derim ki onlara: "Takıntı haline geldiğini belirttim ben; ama yine de haklı değilsiniz. Bir yazımda anlatmıştım. Çorba, tası tepenize dikseniz de, efendice kaşıkla içseniz de mideye gider. Gelin, biz kaşıkla içelim."
Yazarken güzel dilimize saygı göstermeniz dileğiyle...
..................................................
Numan Kurt