Kulakları çınlasın, şimdi Kırşehir’de yaşıyor Selahattin Yaldız öğretmenimiz. Öğretmen okulunda müzik dersimize girerdi. Bizim şansımızdan mıdır nedir, o zamana dek öğretmen okullarımızın müzik dersinde ilk akla gelen mandolin kaldırıldı, elimize birer flüt verildi. “O müzik aleti değil mi, ne olmuş yani?” demeyin, bir deneyin bakalım İstiklal Marşı’nı flütle kolay kolay çalabilecek misiniz?.
Mandolin, telli sazların; flüt ise nefesli müzik aletlerinin temel çalgısıdır. Öyledir de zaten müziğe yeteneği olmayan ben, flütle “Kara tren gelmez mi ola/ Düdüğünü çalmaz mı ola” türküsü dışında hiçbir parçayı çalamadım.
Klasik Batı Müziği düşkünüydü Selahattin öğretmen. Saz çalana da ilk yıllarında çok kızardı. Bir gün müzik dersinde kırk beşlik plaklardan birini pikaba koydu. Deve yürüyüşü müzikle anlatılıyordu bu eserde. Biz oflayıp puflasak da arada “Şimdi deve çölde yokuşu tırmanıyor, şimdi vahayı gördü ilerliyor...” diyerek müziğin akışına sözlerle katıldı. O zaman ben de kendimce o müzikten hoşlanmaya başlamıştım.Bir süre sonra saz çalana da kızmadı Selahattin öğretmenimiz.
Müzik beğenisi, zevki bir kulak işidir. Çocuklukla birlikte hangi tür müziği dinlersen o sana daha hoş gelir. 1950’li yılların sonunda, 1960’lı yılların başında köyde radyosu olan birkaç evden biriydik. Nezahat Bayram, Necla Erol, Muazzez Türüng, Aliye Akkılıç, Hacer Buluş; Ahmet Sezgin, Osman Türen, Nurettin Çamlıdağ, Nurettin Dadaloğlu ve daha pek çok türkücüden türkü dinleyerek büyüdük. Nedense Osman Türen’in türkülerini diğerleri kadar severek dinlemezdik.
Saydığım , sayamadığımla birlikte bu türkü ustaları, Muzaffer Sarısözen’in Anadolu’dan topladığı bu ezgileri ne güzel okurlardı.
Müzikten, daha çok da türküden söz ettiğimize göre Neşet Ertaş’tan söz etmemek olur mu? Benim köyüm ilçe olarak Hacıbektaş’a, il olarak de Nevşehir’e bağlı. 1950’li yılların başında ve öncesinde Kırşehir’e bağlıymış. Kırşehir, Osman Bölükbaşı’yı seçtiği için cezalandırılıp ilçe yapılınca Nevşehir’e bağlanmış. Benim ilk nüfus kağıdımda da il olarak Kırşehir yazardı. Bir ilin ilçe yapılması da herhalde yalnız bizim ülkede görülen tuhaf bir uygulamadır.
1970’li yılların başında köyün delikanlıları olarak o zamanlar yıldızı yeni parlayan Neşet Ertaş’ı çok severdik. Hiç unutmam radyoda Neşet Ertaş’ın özellikle “Köprüden Geçti Gelin” türküsü çıkınca Yağmur Kaya bağırırdı: “Hazır ola geçelim beyler!” diye. Elbette o türküyü bağımsızlık sembolümüz İstiklal Marşı ile karşılaştıracak değilim. Arkadaşım da türkünün güzelliğini anlatmak için espri yapardı zaten.
Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’tan söz etmişken onunla ilgili bir olayı anlatacağım. Yıllar önce bir televizyon kanalında İbrahim Tatlıses program yapıyor. Her programına da bir sanatçıyı çağırıyor. O hafta da Neşet Ertaş’ı çağırmış. Söz sohbet koyu. Neşet her zamanki doğallığı ve Kırşehir şivesiyle sorulanlara bütün içtenliğiyle cevap veriyor, türküleriyle de ziyafet çekiyor. Programın formatı gereği midir, yoksa İbrahim Tatlıses’in kendi uygulaması mıdır bilinmez, reklamlara gelince “Şimdi reklamlar” sözünü konuk sanatçıya söyletiyor Tatlıses. O programda da reklam sırası gelince Neşet Usta’ya dönerek “Usta, bir ‘reklamlar’ der misin?” dedi. Bakın Neşet Ertaş bu istek karşısında ne anlattı:
-İrbaam, bizim Gırşaar’de evlenme çağı geçen, o zamana göre yirmi yaşını geçen gızlar dama çıkar “Miyavv!” diye bağırırmış. Genç gızlardan biri “Ben, bu batasıca âdetinizi bozacaam, gaç yaşına gelirsem geleyim dama çıkıp miyavlamayacaam.” demiş. Bizim gız on sekiz, yirmi derken yirmi beş yaşına gelmiş, evleneceği yok. Ahirinde çıkmış dama, “Âdetiniz batsın miyav!” demiş. Ne diyeyim sana İrbaam, âdetin batsın, “Reklamlar…”
Bu dünyadan göçtükten sonra değeri daha çok bilindi Neşet Ertaş’ın. Türkülerinin bir kısmında geçen sözlere baktım. Sevgiyi öyle doğallıkla ifade ediyor, benzetmeleri o kadar güzel ki… Halk ağzıyla, Anadolu insanının temizliği, dobralığı, saflığıyla…
Bakın neler söylüyor sevdiğine değişik türkülerinde:
“Seni seven oğlan neylesin malı
Yumdukça gözünden döker mercanı
Burnu fındık ağzı kahve fincanı”
Göz yaşını mercana, burnunu fındığa, ağzını kahve fincanına benzettiği sevgili için “dünya malı”nın ne kıymeti olur ki.. Söz sanatlarını bilmez ki sevgiliyi Divan şairleri gibi övsün Neşet. Aslında tüm içtenliği ve doğallığıyla benzetme sanatının en güzelini yapıyor.
“Sözüm yok şu benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığına
Gönülüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin”
Ona kırılsa da sevdiği, başka birine de gitse onun kendisinden ayrılacağına inanmıyor. Ve sevdiğine bir insan şundan daha güzel ne söyleyebilir: “Evvelim sen oldun, ahirim sensin”
Sazın, sözün üstadı sevdiğini kendine uygun sözlerle ne güzel çağırıyor yanına:
“Cilvelice nazlıca
Hem sazlıca sözlüce
Yar gizlice gizlice
Gel yanıma gel gel”
Birkaç örnek verdim Neşet Ertaş türkülerinden. Hangi bir türküsünden alıntı yapayım? Hepsi birbirinden anlamlı, birbirinden güzel.
Dinlemekten hiç usanmadığım, sözleri Nesimi’ye ait o mest eden türkünün iki dizesiyle bitireyim:
“Sofular haram demişler bu aşkın badesine
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Nesimî'ye sordular, yârin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım, o yâr benim kime ne”
……………………………..
Önce Selahattin Yaldız öğretmenimizin kulaklarını çınlattık, sonra da Neşet Usta’yı andık. Tüm sevenlere, sevilenlere selam olsun.
“Şirin Kırşehir”di Neşet’in dilinde, sazında
Bağlık bahçelik evleri
Kendine özgüydü “Nörüyon” diyen dilleri
Âşık Paşa’sı, Ahi Evran’ıyla
Cacabey’i, Kervansaray’ıyla
Çevresi bozkır; ama içi yemyeşildi
Söğüdü, kavağı, meyvesiyle
Gün geldi, devran döndü
Dikildi sıra sıra apartmanlar
Artık birbirini bile tanıyamaz oldu
Bu türkü diyarı şehirdeki
İnsanlar
………………………………………………….
Numan Kurt
27 Nisan 201